Venezuela: ‘Bir ülkenin devrimci bir devleti ve kapitalist bir ekonomisi olabilir mi? – Steve Ellner ile görüşme

Steve Ellner.

[English at http://links.org.au/node/3817.]

Professor Evaristo Marcano Aporrea.org için Steve Ellner ile görüştü; İngilizceye çeviren Steve Ellner, Türkçeye çeviren Işık Barış Fidaner

22 Nisan 2014′te Links International Journal of Socialist Renewal‘da yayınlandı.

Steve Ellner ile görüşmemin çeşitli zamanlarında, sorularıma karşılık sunduğu açıklamaları benimsedim. En çok benimsediğim şey olan Nicos Poulantzas’ın geliştirdiği devlet fikrinde verili bir sınıfın nesnesi olmanın yanısıra ve bunun ötesinde devlet ulusun toplumsal dinamiğini içine alıp yansıtan bir tür ayna olarak kavranmakta. Bu kavrayışa göre devlet her bir toplumsal kuvveti mobilize etme kapasitelerine uygun olarak büyüyüp değişen bir kuvvetler ilişkisi. Bu tez Venezuela’da gerçekleşmekte olan mevcut süreç bağlamında çok pratik anlamlara gelmekte.

Steve’in öne sürdüğü vizyon Bolivarcı değişim projesi bakımından cesaretlendirici. Marxist düşüncenin yeniden diriltilmesi için önemli bir fırsat Venezuela’da sahnelenmekte. Benim inancım ve Steve’in açıklama ve katkılarından çıkardıklarım bu yönde. Venezuela’daki gelişmeler Marxist entelektüellerin görmezden gelemeyeceği bir meydan okuma. Burada gerçekleşen şey, gerçekliğimizi anlamanın yeni bir yolunun inşası ve sağlamlaştırılmasına doğru ilerleyen modelin “tazelenmesi”.

* * *

Evaristo Marcano: Venezuela devletinin son onbeş yılki değişim sürecindeki rolünü nasıl karakterize edersiniz? Sosyalizmin kazanılması için dönüştürülmesi gerektiğini hemen hemen herkes söyler, ama pratikte bu ne demektir? Kapitalist yanlısı hükümetlere uygulanan kavramlar, oldukları gibi, Venezuela gibi sosyalizme bağlı hükümetler için de eşit derecede uygulanabilir midir?

Steve Ellner: Bunlar karmaşık sorular. Son yarım yüzyıldır Marksist teorisyenlerin çok önemli yazılarının yardımıyla kapitalist ülkelerde normal şartlar altında devletin rolünü anlayabilmekteyiz. Bu aynı teorik çalışmalar Venezuela gibi ülkelerde barışcıl yollarla sosyalist dönüşüm stratejisinin çözümlenmesi için bir çıkış noktası işlevi görmekte.

Bu teorisyenlerin katkıları nelerdir?

Eski standart dogmatik kapitalist devlet kavramında, burjuvazinin kendi çıkarlarını teşvik etme enstrümanından fazla bir şey değildi, ki Marx ve Engels böyle basitleyici bir vizyona bağlı değillerdi. Bu yaklaşımla ilgili sorun, kapitalist devletin reformizm yoluyla krizleri altetme kapasitesini küçük görmesidir. 1917-1918′de Sovyet devrimi ve 1. Dünya Savaşı felaketi ile, Lenin, Troçki, Roza Lüksemburg ve dünyanın her yanından sol akımlar kapitalizmin günlerinin sayılı olduğunu varsaydılar, ki bunun aynısı 1930′ların ekonomik kriziyle de olmuştu. Önce Louis Althusser (Fransa Komünist Partisi’nden) tarafından geliştirilen “Yapısal Marksizm” okulu, daha sonra Yunan komünist Nicos Poulantzas, devletin elastisitesini ve bu zorluklara karşılık verme kapasitesini açıklamak için, kapitalizm altında devletin özellikle ekonomik politika sahasında kapitalist sınıf karşısında göreli bir özerklik statüsüne sahip olduğu argümanını öne sürdüler.

Diğer bir deyişle, yapısal Marksistlere göre devlet her zaman kapitalistlerin hizmetinde değildir, hele ki iş ekonomik reformlara geldiğinde.

Evet öyle. Kapitalist devlet kapitalizmin hayatta kalmasından ve istikrarın sürdürülmesinden sorumludur ve bunu başarmak için zaman zaman işçilere boyun eğmesi gerekir. İşte bu yüzden, büyük ekonomik grupların kısa vadeli çıkarlarına karşıt olarak işçilere ödünler verir. Devlet sınıf çatışmasını görmezden gelemez ve dolayısıyla kapitalistlerin çıkarları ile işçilerin ve genel olarak halk sınıflarının çıkarları arasında arabulucu olma eğilimindedir. Zamanı geldikçe devlet, sistemin uzun vadeli çıkarlarının savunulması kararlılığı içinde, kendi dolaysız çıkarlarınca soğurulmuş kapitalistler ile çarpışır. Dahası, devletin kapitalistlerin kısa vadeli çıkarlarının üzerinde olması gerekir, çünkü bazen kapitalist sınıfın farklı fraksiyonları çatışma içine girerler. Bu nedenle devlet ve burjuvazi arasında varolan basit bir bağ olamaz. Ve dahası, devlet kapitalistlerle arasına fazla bir mesafe koyamaz, çünkü, Poulantzas’a göre, kapital birikiminde temellenen kapitalist sistemin mantığına yanıt verebilmelidir. Kısacası, devletin kapitalist sistemi savunup istikrarı sürdürmesinin en iyi biçimi, bizzat kapitalist sınıftan bir parça uzak olması, yine de bu ikisinin temel çıkarlarının her zaman birbirine yakınsamasıdır.

Bunun pratikte nasıl işlediğine dair bir örnek verin.

İki tane vereceğim. Barack Obama zaman zaman Birleşik Devletler’deki halk sınıfları için göreli olarak yararlı olan ekonomik ve toplumsal politikaları desteklemekte ve süreç içinde güçlü ekonomik gruplarca finanse edilen sağ tarafından ağır olarak eleştirilmekte. Ama aynı zamanda, başkan neredeyse Cumhuriyetçiler kadar saldırganca ve savaşçı bir dış politikayı teşvik etmekte. Demokratik Parti işçi sınıfının şampiyonları kılığına girebilmekte -aynı Venezuela’da Acción Democrática’nın “Halkın Partisi” olarak yaptığı gibi- ama ne zaman ki iş emperyalist sistemin savunulmasına geliyor, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler birbiriyle aynı, asgari farklar var. Vietnam’daki savaş meesla büyük ölçüde (Demokrat olan) Başkan Lyndon B. Johnson’un işiydi ve Cumhuriyetçi Richard Nixon tarafından da sürdürüldü, buna benzer bir şey Orta Doğu’daki savaşlarda oldu: önce George W. Bush, daha sonra Obama. Başka bir örnek Küba’ya dönük ABD politikasıdır. Emperyalizmi savunusunda hükümet Küba’ya yarım yüzyıl süren bir ambargo uyguladı. Bu sürenin büyük bölümünde, ambargonun kaldırılmasından yana olan lobicilerden biri David Rockefeller’dan başkası değildi, gözleri adada yapılacak iş imkanlarına kilitlenmiş olduğundan. Kısacası, devlet bazen kapitalizmin çıkarlarını kapitalistlerden daha büyük bir kararlılıkla savunur!

Söylediğinize göre, yapısal Marksizme göre ekonomik politikaları bazen halk kesimlerinin yararına bile olsa, devlet nüfuz edilemezdir. Yani sol’un iktidara seçimlerle ulaşma yolu aldatıcı olabilir. Çıkan sonuca göre solcular için tek geçerli strateji kapitalist yapıyı ve devleti aynı anda değiştirmektir. Kapitalist bir ekonomi olunca, yöneten kişiler, iyi niyetlerinden bağımsız olarak, gerçek yapısal değişimi yürütemezler.

Evet, Althusser’in yapısalcılığı bu anlamda biraz katıydı. İşte tam olarak bu yüzden, Poulantzas onun devlet vizyonunda değişiklikler yapmaya, hatta Althusser hocayı eleştirmeye başladı. 1979′daki zamansız ölümünden önce, ömrünün son yıllarında Poulantzas devlet analizine bir öğe daha ekledi. Ona göre devlet kurumları, sürmekte olan toplumsal çatışmaları bir yolla yansıtmalıdırlar. Yani, devletin her anki davranış ve bileşimleri toplumdaki kuvvetler arasındaki korelasyonu hesaba katarlar. Poulantzas’ın düşüncesindeki bu yeni boyut ile, devlet Althusser’in tasavvur ettiğine göre çok daha az katıydı.

Solcu strateji bakımından bu son tezin önemi nedir? Sanıyorum devlet kuramları ve politik strateji kuramları arasında bir ilişki vardır. Değilse bu konu hakikaten önemsiz olur.

Evet doğru. Althusser’in yapısalcılık tezi, dolaylı olarak, devleti ve etrafındaki kuvvetleri solcular için düşman toprakları olarak görmekte, zaman zaman halk reformları için çalışmak mümkün olsa bile. Bu nedenle, Althusser’in düşüncesini savunanlar sosyalist solun seçimleri kazanmak ve yapısal değişimi teşvik etmek için devletin çeperindeki daha ılımlı partiler ile yapabileceği stratejik ittifakları gözden çıkardılar. Buna karşılık Poulantzas 1970′lerde özellikle İtalya, İspanya ve diğer uluslarda önemli bir kuvvet olarak ortaya çıkan Avrokomünist harekete dahildi. Burada (Venezuela) Movimiento al Socialismo’nun (MAS) ortaya çıkışında Avrokomünizm nüfuzu etkili olmuştu. 1970′lerde MAS solcu bir partiydi, Rafael Caldera’nın geldiği ikinci yönetimi sırasında neoliberalizmi benimsemesinden önceydi. Avrokomünizm (Althusser’in Fransız Komünist Partisi gibi) “dogmatik” Komünistlerin konumunu reddetti. Poulantzas’ın konumu bir tür halk cephesi yaratılması stratejisine elverişliydi. Bu cephe, sosyalizme giden demokratik ve barışcıl bir yol vizyonuyla, sosyal-demokrat partilerin öncülüğünde seçimler yoluyla adım adım devleti denetim altına alabilecekti.

Althusser ve Poulantzas’ın bu kuramları şu anda Venezuela’da denenmekte olan değişim süreci ve sosyalizme demokratik geçişe de aynen uygulanabilir midir?

Devletin bu iki modeli Chavistalar arasında oldukça tartışma konusu olmuş iki ayrı strateji için elverişlidir. Althusser’in tezinde tasavvur edilen statik devlet, göreli özerkliğine rağmen çetrefilli olarak kapitalist yapıya bağlıydı ve bu yüzden farklı bir şeye evrimleşebilir değildi. Bundan çıkan sonuca göre sosyalizm aşamalı olarak başarılacaktır ve şu anki öncelikli amaç son onbeş yıllık mücadelenin kazanımlarının sağlamlaştırılmasıdır. Chavismo içindeki bir akım bu devlet kavramını benimser ve Venezuela’daki kapitalist yapıyı, devletin kendini ayıramayacağı kadar güçlü olarak görür. Sürecin liderlerinin devrimci bağlılıklarından bağımsız olarak, devlet mevcut aşamadaki kapitalist sistemin mantığını görmezden gelemez. Bu aşamacı düşünce, politik, ekonomik ve toplumsal istikrara öncelik verirken aynı zamanda son yıllarda bir slogana dönüşen ekonomik üretkenliğin artırılması seferberliğinin öneminin altını çizmekte. Şu anki bu politik akımın birincil hedefi değişim “sürecinin” devam ettirilmesinden ziyade sağlamlaştırmadır.

Poulantzas’ın düşüncesi Venezuela’da ne şekilde ortaya çıkıyor?

Poulantzas’ın devlet üzerine çözümlemesi daha az belirlenimcidir çünkü devletin deli gömleği içinde olduğunu reddeder ve kendisini kuvvetlerin korelasyonundaki değişimle uyumlu olarak dönüştürebileceğini savunur. Bu kavram değişim sürecinin derinleştirilmesi imkanının önünü açmakta, ki Venezuela’da son onbeş yıldır gerçekleşen budur.

Bu süreç, tam olarak aynı değilse de, Troçki’nin benimsediği “sürekli devrim”e benziyor. Troçki’yi izleyenlerinin çoğunun söylediğinin aksine, esneklik sürecin her zaman ilerlediği anlamına gelmez. Belirli durumlarda sosyalizme karşı çıkanlara ödünler verilmesi gerekli olabilir. Fakat süreç her zaman toplumdaki solcu kazanımlara uygun olarak mümkün olduğunca ilerlemelidir.

Devlet üzerine Louis Althusser ve Nicos Poulantzas tarafından geliştirilmiş iki Marksist kuramdan ve bu ikisinin solcu stratejiye nüfuz etme tarzlarından bahsettiniz. Bu ikisini özetleyebilir misiniz.

Tabi ki. Althusser’le ilişkilendirilen yapısal Marksizm burjuvazinin liderlerinin denetimi altındaki devletin, mümkün olan en yüksek derecede istikrarı güvenceye almak ve kapitalist sistemin uzun vadeli çıkarlarını savunmak için, kapitalistlerle ilişkileri içinde göreli bir özerklik sürdürdüğüne işaret eder. Yine de, hiçbir zaman burjuva devlet kapitalist sistemi tehlikeye atacak yapısal değişiklikleri teşvik etmez veya kabul etmez. Bu kavram devleti her zaman kapitalistlerin hizmetinde olan basit bir “enstrüman” olarak gören “dogmatik Marksizm”den esas olarak farklıdır. Birleşik Devletler’de örneğin “dogmatist”ler Demokratik Parti’den herhangi bir siyasetçinin desteklenmesini reddederler, bu siyasetçilerin bazıları sağlık alanında toplumsal güvencelerin uygulanması gibi halkçı reformları desteklemiş olsalar bile. Buna karşılık, Althusser’in yapısal Marksismi devletin ilerici ekonomik reformlar uygulama kapasitesini tanır ve ABD’de seçici olarak bazı Demokratların desteklenmesi stratejisi ile uyumludur. İlerici bir demokrat örneği olarak yakın zamanda seçilen New York belediye başkanı Bill de Blasio verilebilir, bu başkan nüfusun ayrıcalıklı olmayan kesimlerinin yararına konumlar benimsemiştir.

Peki Poulantzas’ın devlet kuramı açısından?

Başta Poulantzas Althusser’le ilişkilendirilen yapısalcı kuramı savundu. Ama 1979′daki zamansız ölümünden önceki Devlet, İktidar, Sosyalizm başlıklı son kitabında Poulantzas devleti kapitalist yapıya Althusser’in gördüğünden bile daha az bağlı olarak gördü. Poulantzas devletin, toplumsal çatışmaları soğurması ve politik kuvvetlerin korelasyonunu yansıtması itibariyle, doğası gereği istikrarsız olduğunu savundu. Yani, mesela, ayrıcalıksızların örgütlenmesi ve harekete geçmesi sonucunda gelişen halkçı sınıf mücadeleleri, örgütlü emeğin büyümesi, solcu politik partilerdeki gelişmeler, her durumda devlet üzerinde bir etki yaparlar. Poulantzas’ın kuramı sol ile iktidar merkezine yakın partiler arasında stratejik ittifaklar için elverişlidir. Sol’un ittifak oluşturması seçeneği, Althusser’in kuramında tasavvur edildiği şekliyle belirli talepler uğruna kimi “sistem” siyasetçilerine zaman zaman seçim desteği verilmesinin ötesine gider.

Sol’un sağında bulunan sosyal demokrat partilerle ittifak kurma gereği olmadan iktidarını sürdürdüğü Venezuela’daki gibi durumlar Poulantzas’ın aklında var mıydı?

Görünüşe göre yoktu. Venezuela solunun iktidar sahibi konumu, Poulantzas’ın devlet üzerine yazdığı zamanlardaki Avrupa’dan çok daha şanslı bir durum. Poulantzas’ın desteklediği Avrokomünistlerin umudu sol’un yardımıyla sosyal demokrat partilerin iktidara ulaşması ve bu stratejik ittifakta sosyal demokratların yetki sahibi iken komünistlerin küçük ortak olmasıydı. O zamanlar Avrupa’da sosyalist sol’un kendi başına devlet gücü kazanacağı bir durumun hayal edilmesi imkansızdı.

Sosyalizme yönelik Venezuela yolunun karakteristikleri açısından ne sonuçlara ulaşıyorsunuz?

Venezuela’daki elverişli faktörler, “kurulu güce” karşı “bileşen güç” tezine aykırıdır, yani sosyalizme giden yolun bir yanda devlet bürokratları ile Partido Socialista Unido de Venezuela’nın (PSUV) yüksek liderleri (yani “kurulu güç), öte yanda radikal sloganları olan toplumsal hareketler (“bileşen güç”) arasında başabaş bir mücadele ile karakterize olduğu tezine aykırıdır. Bilakis, bu elverişli faktörler sosyalizmin hem sosyalizme bağlı yönetici liderlerden gelen “üstten” girişimler yoluyla hem de toplumsal hareketler ve diğer sıradan örgütlerden gelen “alttan” girişimlerle başarıldığı bir sürece işaret ediyor, Poulantzas’ın tasavvur ettiği gibi. Süreç içinde, kararların verilişine katılım mekanizmaları her düzeyde kurulmakta ve bu da, karakteristiklerini tahmin etmek imkansız da olsa, devletin dönüştüğünü gösteriyor. Yine de bu tez devrimci kamp için “üstten” ve “alttan” işleyenler arasındaki gerilimlerin, çatışmaların ve çelişkilerin var olduğunu inkar etmiyor.

Venezuela’daki bu bahsettiğiniz elverişli faktörler nelerdir?

En başta, 2002-2003′deki ulusal yürütme, devlet petrol şirketi PDVSA ve silahlı kuvvetlerin denetimini eline aldı -Venezuela’daki en önemli iki kurum. Ayrıca önceden büyük ölçüde “özerk” olan -pratikte bu yabancı çıkarların hizmetinde anlamına geliyor- Merkez Bankasının da denetimini kazandı. Uluslararası pazarda yüksek fiyatların olduğu bir dönemde petrol üretiminden türetilen bol kaynaklar da çok önemli ek bir avantajı temsil ediyor. Diğer bir faktör Venezuela’da özel sektörün zayıflığıdır, ki çokuluslu şirketlerin 1980 ve 1990′ların sonuna doğru ulus ekonomisine sızmalarının bir sonucudur. Ek olarak, askeri cephe dışındaki bütün alanlarda ABD nüfuzunun zayıflamış olması da bir başka faktördür. Son olarak, Chavista’lar yüksek yüzdelerle seçimleri kazandılar, örneğin 2006′da Chávez oyların yüzde 63′ünü aldı, ki 1958′den beri olmuş bütün başkanlık seçimleri arasında en yüksek oran.

Bu görüşmede kendi bakış açınızı sunmaktan büyük ölçüde kaçındınız. Son olarak, devlet kuramları ve Venezuela’ya uygulanmasına dair başka gözlemleriniz var mıdır?

İki temel gözlemim var. En önemlisi de şu. Sosyalizme demokratik geçişte devlet üzerine kuramsal tartışma entelektüel alanla kısıtlanamaz çünkü bu tartışma, hükümet ve Chavista hareketinin karşılaştığı zorlukları ve karmaşıklıkları açıklamaktadır. Bu gerçekliğin tanınması, temel tehlikeler olan hayal kırıklığı ve enerji erozyonunun önlenmesine hizmet eder. Venezuela’daki sürecin liderleri dürüstlükle sosyalizme bağlı olsalar bile reddedilemez bir gerçeklik mevcuttur: Venezuela’daki ekonomik yapı kapitalist olmaya devam ediyor ve bu da “üstyapının” -bu durumda devlet- hiçbir zaman yapıdan, yani kapitalist sistemden ayrı tutulamayacağını öğretiyor. Sanırım Cadivi’nin 20 milyar doları bu gerçekliği kanıtlamıştır. Venezuela devleti bir boşlukta varolmuyor, daha ziyade önemli yollarla kapitalist yapıya bağlıdır. Böyle diyerek, herkesin varolduğunu kabul ettiği ama ölçülmesi aşırı zor olan yolsuzlukları gerekçelendirdiğim sanılmasın asla. Chavista hareketi, kimileri Chavismo ile de bağlantılı olan işadamlarından gelen yolsuzluklar ve diğer istismarlara karşı mücadele ederken, süreç demokratik ve görece barışçıl olduğu şartlarda bu olguların kaçınılmaz olduğunu tanımamız gerekiyor.

Birincil gözleminiz bu. Bir gözleminiz daha var demiştiniz.

Gerçek olgulara dayanmadan devletin rolünün tartışılması nihayetinde ancak spekülatif olabilir. İngiliz Marksist Ralph Miliband’ın Poulantzas’a karşı formüle ettiği eleştiri buydu ve Poulantzas (entelektüel dürüstlüğünü göstererek) bu eleştirinin geçerliliğini tanıdı. Poulantzas, Althusser ve diğerlerinin argümanlarının geçerlilikleri pratik yoluyla gösterilecektir. Bu birçok eşsiz yönüyle yeni bir süreç. Bu nedenle, devrimci kamp içindeki farklı konumlara hoşgörü göstermek mantıklıdır. Kimse bundan sonra ne geleceğini kesin olarak söyleyemez. Ben hatta sol’daki konumların “küçük burjuva” terimini kullanarak itibarsızlaştırılmasına da karşıyım, çünkü küçük burjuvazinin, yani orta sınıfın, değişim sürecinde oynayacağı önemli roller vardır ve onların çıkarları ve önerileri görmezden gelinemez veya azarlanamaz.

[Steve Ellner 1977'den beri Universidad de Oriente in Puerto La Cruz, Venezuela'da, yakın zamanda ise Misión Sucre university programında ekonomik tarih öğretmekte. Yakın zamanda Rowman and Littlefield tarafından yayınlanan Latin Amerika’nın Radikal Solu: Yirmibirinci Yüzyılda Politik İktidarın Zorluk ve Karmaşıklıkları'nın editörüdür. Ayrıca sık sık NACLA: Amerikalar Üzerine Rapor'a sık sık katkı yapmaktadır. Bu görüşmenin İspanyolcasına http://www.aporrea.org/actualidad/n248887.html ve http://www.aporrea.org/actualidad/n249020.html adreslerinden erişilebilir.]

http://yersizseyler.wordpress.com/2014/04/23/venezuela-bir-ulkenin-devrimci-bir-devleti-ve-kapitalist-bir-ekonomisi-olabilir-mi-steve-ellner-ile-gorusme/